Huzur ve mutluluk dileklerimle sunarım…
Gündem, 13 Şubat 2024 14:17
Huzur ve mutluluk dileklerimle sunarım…
{}BusabahGazete{} y a z ı m
HAÇOVALI İMAM DURAN
İki bin on sekizde, hep olduğu gibi, yine bir pazar sabahında, kahvaltımı yapıp, azığımı alıp, eşimle vedalaşıp, her zamanki, “Aman dikkatli ol, karanlığa kalma!” tembihine, ‘Tamam. Kayıtsız ol!’ deyip çıkmıştım evden.
Son yıllarda köylerimizi gezmek, mezarlıklarını, çeşmelerini, evlerini, harabelerini, terk edilmiş okullarını görmek, karşılaştığımız insanlarla bir iki muhabbet etmek, fotoğraf, video çekmek için giderim.
Hemen hemen gitmediğim köy de yok gibidir.
Nereye gideceğime çoğunlukla hareket halindeyken, yani aracımla giderken karar veririm.
Oturup düşünmekle olmuyor.
Bence, herhangi bir sorun da oturup düşünmekle çözülmez,
Önce ayağa kalkacaksın.
Çözüm için bir arayış hareketine gireceksin.
Bir bakacaksın ki çözüm orada bir yerde duruyor.
Veya etrafa bakarken, gördüğün bir şeyden gelen çağrışımla çözüm üreteceksin.
Hani ortaçağ düşünürleri, bir atın ağzında kaç diş olduğunu, oturup günlerce düşünüp, tartışır ama bir atın ağzına bakmak akıllarına gelmezmiş ya!
Ben de bir yöne doğru giderken, karşıma çıkan durumlara göre karar veririm.
Beylerderesi viyadüğünü geçip, tabelada yazan Atalar (Haçova), Seyituşağı, Kadiruşağı köyleri tarafına yönelmiş, Atalar’daki Kale kalıntılarını gezmiştim.
İşte o Atalar gezimde, 115 yaşındaki İmam Duran adlı vatandaşımızın yanına gidip, izlenimlerimi basınımızla paylaşmıştım.
Bunları yazarken, İmam amcanın üç dört yıl önce öldüğünü öğrendim. Allah rahmet eylesin. O açıklamam:
“Haçova denilen ve daha öncesinde Ermenilerin yaşadığı söylenen bu bölgeye Haçovalılar on dört, on beşinci yüzyıllarda gelmişler ve Kale denilen, halen kalıntıları bulunan yere yerleşmişler. Ben işte bu yörede gezinti yaparken rastladığım bir tanıdık bana, Fazıloymağı denen, Atalar köyüne bağlı bir mezrada yüz on beş yaşında birinin yaşadığını ve onu ziyaret etmemi söyleyerek evini tarif etti. Ben de tarif üzere dar, yamaç yoldan giderek asırlık vatandaşımızın yaşadığı evi buldum. Ev yolun üstünde iki katlı kerpiç, çatılı eski bir evdi. İmam Duran amcanın yakını genç bir kızla birlikte, eşimin çıkınıma koyduğu içinde bir elma ve bir portakal olan poşeti de alarak eve çıkıp kapıyı çaldık. Kapıyı İmam amca açtı. Açılan kapıyla, karanlık ve çok dağınık bir odadan hayalet gibi bir adam karşıladı bizi. Oda perişanlıktı. Yerde bir soba, yanında çır-çırpı, bir divan, bir karyola, birkaç kedi, küçük bir pencere... İmam dayı kapıyı açıp bizi görünce kendi kendine söylenir gibi, ‘Neye geldiniz? Sobayı yakmaya mı geldiniz?’ dedi. Ben, ‘Merhaba İmam amca!’ deyip elimdeki poşeti uzattım. ‘Ne bu, portakal mı?’ diyerek poşeti alıp karyolanın üzerine savurdu. Başka da bir şey konuşamadık. Yanından ayrılırken, ‘Sobayı yaksınlar, çırpı getirsinler.’ diye yineliyordu. Daha sonra, odadan çıkıp damdan sığır süpürgesi dediğimiz kurmuş otlardan alıp içeriye götürdüğünü gördüm. Nisan ayının on beşiydi ve hava soba istenmeyecek sıcaklıktaydı. Öz be öz yeğeni Hasan Duran’la konuştum. ‘Öz amcam’ dedi. ‘Üç kere evlendi, üç hanımı da öldü. Ortancıl hanımından bir oğlu oldu, otuz iki yaşında öldü. Üç erkek torunu var. Okudular. Memurlar. Onları İmam amcam okuttu. İmam amcam Seyituşağı Köyüne Kur’an kursuna gitmiş. Yakın zamana kadar ölülerimizi o kaldırırdı. Üç kardeşlerdi. Üç kardeşinden ikisi elli altmış yaşlarında, biri yüz on yaşında öldü. Amcam okulda kalfalıktan emekli oldu. Emekli maaşı dolgun. O parayı Devlete verse kendisine en iyi şekilde bakarlar. Ama o buradan gitmek istemiyor. Sosyal Hizmetlerden gelip götürdüler, durmadı geri geldi. ‘Götürmeye gelirlerse ormana kaçarım, gitmem.’ diyor. Bizim hanıma, ‘Gelirlerse, ona ben bakıyorum de ki beni götürmeyeler.’ diyor. Malatya’da oturan torunu var. Ona ev tuttu, bakmak istedi, yine gitmedi. Malatya’da, Paşaköşkü’nde bulunan eski evini kata verdi. Üç mü, dört mü dairesi var orada.’ dedi yeğen Hasan Duran.”
Gündem, 13 Şubat 2024 14:17
Yorumlar (0)